Bu da ne demek dediğinizi duyar gibiyim. Jeolojik Düşünce, 18. Yüzyılda önemi anlaşılmaya başlanan “Yer Bilimleri”nin çok boyutlu bakış açısının temelini yansıtır.
Bugün Dünya’yı yöneten ABD başkanlarının bir kısmı jeolojik düşünceye sahipti. İlk başkan George Washington bir arazi araştırmacısıydı. ABD'nin 3. başkanı Thomas Jefferson, bilimin keskin bir destekçisiydi ve Amerikan paleontolojisinin gelişmesinde kilit bir rol oynadı. 26. ABD başkanı Theodore Roosevelt, milli park hizmetlerinin güçlü bir destekçisiydi ve etkili bir doğa bilimciydi, doğal kaynakların doğru kullanılmasından yanaydı. 28'inci Başkan Woodrow Wilson doğayı koruma adına milli parklar yasa tasarısına imza atmıştı. 31. ABD başkanı olan Herbert Hoover, Stanford Üniversitesi'nden jeoloji ve madencilik diplomasına sahip bir jeologdu. Hoover, siyasete atılmadan önce Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya ve Çin'deki madencilik endüstrisinde çalıştı. Bununla da yetinmedi, hem Columbia, hem de Stanford üniversitelerinde madencilik üzerine dersler verdi ve ders notları 1909'da “Madenciliğin İlkeleri” adıyla yayınlandı. 1912'de Hoover, karısı Lou Henry ile birlikte “Agricola'nın De Re Metallica”sını Latince'den İngilizce'ye çevirdi. Yani jeolojik düşünceye sahipseniz Dünya’yı yönetebilirsiniz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk de bir Yer Bilimciydi. Düşünsenize, asker kökenli olmasına rağmen, arazide not tuttuğu bir Jeolog Defteri vardı. Türkiye’nin jeolojik yapısını anlamak ve yeraltı zenginliklerimizi bulup ortaya çıkartmak için, 1935 yılında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nü kurdu. Türkiye’de jeoloji biliminin babası olarak kabul edilen İhsan Ketin’i 1932 yılında yurt dışına gönderdi. Cumhuriyet döneminin ilk Jeoloji doktoralı bilim insanı olarak, 1938’de yurda dönen Dr. Ketin, 1939-Erzincan, 1942-Niksar, 1943-Tosya, 1944-Bolu-Gerede ve 1946 yılında Çankırı'da yaşanan depremlere neden olan fayları inceledi. Ve 1948 yılında, o güne kadar kimsenin bilmediği, Kuzey Anadolu Fayı’nın varlığını keşfetti ve bilimsel makalelerle Dünya’ya duyurdu. Bunun üzerine, Dünya’nın en büyük jeologlarına verilen ‘‘Gustav Steinmann Madalyası’’ ile ödüllendirildi.
Jeoloji gözleme dayalı bir bilim dalı. Jeolog arazide bir kaya tabakası gördüğünde, önce çıplak gözle inceler, doğadaki duruşuna ve altındaki/üstündeki tabakalarla olan ilişkisine bakar. Sonra, jeolog çekiciyle tabakadan bir parça kırar, eline alır, büyüteçle daha yakından bakar, sonra laboratuvara götürür, keser, mikroskop altında inceler, mineral bileşimine ve fosil içeriğine bakar. Kayanın nasıl, hangi şartlarda ve ne zaman bu hale geldiğini, yani jeolojik evrimini ortaya çıkarır. Ekonomik değerini anlamak için kimyasal analizini yapar, kısacası içinde ne var ne yok öğrenir. Böylece yeraltı zenginliklerimizin aranmasında ilk adımı atmış olur.
Jeolog yaşam kaynağımız olan yeraltı suyunun da hangi kayalarda bulunabileceğini bilir. Madenlerimizi, fosil yakıtlarımızı ve jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji kaynaklarımızı arar, bulur, çıkarılıp işletilmesine katkı koyar. Doğal afet tehlikelerini tanır, tanımlar, tehlikenin boyutunu ve oluşturacağı riskleri ortaya koyar, bu risklere karşı alınması gereken önlemleri sunar.
Biliyor musunuz? Türkiye’de özellikle son 20 yılda, nereye nasıl yerleşeceğimize Doğa Bilimciler-Jeoloji ve Jeofizik Mühendisleri karar veriyor. Bir yeri imara açmaya kalktığınızda veya revize imar planı yapacaksanız, öncelikle jeolojik etüt yaptırmak zorundasınız. Mesela, doğal afet eksenli kentsel dönüşüm kapsamında, Türkiye’de yüzbinlerce konutun yapımından bahsediliyor. Bu konutların yerleşime uygunluk haritalarının altına doğa bilimcilerin imzası gerekiyor. Jeoloji Mühendisinin imzası olmadan kimse bir yere bir bina dikemez. Doğru yer seçimi ise, imzayı atacak mühendisin yetkinlik anlamında, jeolojik düşünme yeteneğine ne kadar sahip olduğuyla ilişkilidir.
Kısacası, Türkiye’nin jeolojik düşünme yeteneğine sahip insanlara şiddetle ihtiyacı var. Çünkü henüz keşfedilmemiş yeraltı zenginliklerimiz var, küresel ölçekteki iklim değişikliği nedeniyle yeni su kaynaklarına ihtiyacımız var, deprem, sel, heyelan, taşkın, kaya düşmesi gibi doğal afet tehlikelerimiz ve bu tehlikelerin yaratacağı riskler var. Hal böyle iken, Türkiye’deki jeoloji bölümleri bir bir kapanıyor. Dolayısıyla, hem bu bilime yıllarını vermiş bilim insanlarından faydalanamıyoruz ve hem de kendilerinden sonra bayrağı devredecekleri taze kanlar yetişmiyor. Kısacası, bir sonraki depremde can ve mal kaybı yaşamak istemiyorsak, jeolojik düşünceye kucak açmalıyız.
Z kuşağı ve sonrası gençlik, eğer Jeolog olma hayaliniz yok ise, en azından Yer bilimlerine yakın olun. Belki o zaman, daha sağlıklı bir ortamda dünyayı yönetme şansına sahip olursunuz. Seçim sizin…