Tabii burada yasadan bahsetmeden önce, “fay” diye tanımlanan jeolojik yapının ne anlama geldiğini bilmek gerekiyor. Fay ile ilgili en eski kayıtlardan biri, 1755 Lizbon depreminde geçmektedir. Bu depremde yeryüzünde belli hatlar boyunca kırıklar geliştiği gözlenmiştir. Bu kırıkların “Fault” (Türkçe’ye fay olarak çevrilmiştir) olarak tanımlandığı ilk çalışma Samuel Haughton tarafından 1858’de kaleme alınmıştır. Samuel’e göre “Fay”, kayaları birbirinden farklı bloklara ayıran bir zayıflık düzlemi olarak tanımlanmıştır. Yerkabuğunun derinliklerinden yeryüzüne doğru uzanan bu düzlem, yerkabuğundaki kayaların en zayıf olduğu kuşaklara karşılık gelir. Özellikle, ilk 10-15 km. derinlikteki kayalar belirli bir stres etkisi altında kaldığında, fay düzlemleri boyunca kırılırlar. Çoğunlukla birkaç saniye içinde gerçekleşen bu kırılma hareketi sırasında fay düzleminin ayırdığı bloklar birbirine göre birkaç cm ile birkaç metre arasında değişen oranda yanal veya düşey yönde yer değiştirirler. Belirli bir derinlikte, fay düzlemi üzerindeki bir noktada gerçekleşen bu kırılma sırasında, çok büyük bir enerji açığa çıkar ve bu enerji fay düzlemi boyunca deprem dalgaları şeklinde yayılarak yeryüzüne ulaştığında şiddetli bir sarsıntı oluşturur. Depremin büyüklüğü belli bir sınırın üzerinde ise, fay düzleminin yeryüzüne ulaştığı hat boyunca yüzey faylanması gelişir, yani yeryüzünde, kırılan fayın türüne bağlı olarak, saniyeler içinde, birkaç metreye varan ani deplasmanlar şeklinde yer değiştirmeler ve kalıcı deformasyonlar gerçekleşir. Eğer fayın yeryüzüne ulaştığı hat (zon) üzerinde bir yapılaşma var ise, bu yapılar ciddi anlamda zarar görür ve can kaybı olur. Dünya ölçeğinde, Amerika, Yeni Zelanda, Tayvan gibi ülkelerde yeryüzüne ulaşan faylara yakın yerlerde yerleşen kentlerde, buna çözüm olarak fayın deformasyon zonu ve bu zona belli bir uzaklıkta ve belli bir genişlikte olacak şekilde güvenlik mesafesi çekilmektedir. Böylece “Fay sakınım bandı” olarak adlandırılan bu zon boyunca yapılaşmaya izin verilmemekte, bu zon dışında kalan zeminlerde ise, gerekli jeoteknik çalışmalardan sonra belirlenen zemin iyileştirmelerine göre yapılaşmaya gidilmektedir. Peki ülkemizde durum nedir? Türkiye’de 1999 depreminde Kuzey Anadolu Fayı üzerinde, 45 saniye içinde 4.5 metreye varan sağ yanal yönde ani deplasmanlar gelişmiş ve fay zonu üzerinde kalan binalarda can ve mal kayıpları yaşanmıştır. Bu tarihten sonra, yerleşim yerlerinden geçen ve gelecekte deprem üretme potansiyeli olan diri faylar üzerinde yapılaşma yasağı getirilme çalışmaları üzerine çok sayıda toplantı yapılmış ve birçok rapor hazırlanmıştır. Gerek AFAD, ve gerekse de ilgili üniversite ve meslek kuruluşları fay yasası ile ilgili kılavuzlar yayınlamaya başlamıştır. Gelinen aşamada, fay yasasının İçişleri Bakanlığı-AFAD-Deprem Daire Başkanlığı düzeyinde oluşturulan ve benim de içinde bulunduğum bir komisyon tarafından kaleme alınması istenmiş ve bu amaçla deprem ile ilişkili çok sayıda bilim insanı 2020 başlarından itibaren yasa üzerinde çalışmalara başlamıştır. Tabii bu süreç içinde, her zaman olduğu gibi, bilerek ya da bilmeyerek, fay yasasına karşı çıkanlar da olmuştur. Hatta, “biz her yere bina yapariz” diyenler yanısıra, “buna ne gerek var” diyecek kadar yerbilimlerinden uzak görüşler de sosyal medyada boy göstermiştir. Fakat, asrın felaketi olan 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremlerinde de kanıtlandığı gibi, fay hattı boyunca gerçekleşen ve 7.5 metreye varan sol yanal yerdeğiştirmeler nedeniyle, yer yerinden oynamış, çok sayıda can ve mal kaybı yaşanmıştır. Bundan yüz yıl önce, Yerbilimlerinin önemini çok iyi bilen ve arazide not aldığı jeoloji defteri bulunan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur.” değişinde belirttiği gibi, doğal afetler meydana gelmeden önce gerekli önlemleri alabilirsek, Cumhuriyetimizin 200. yılında geleceğe daha güvenli bakabilen ve daha kaliteli bir yaşam şansına sahip olan afete dirençli bir toplum düzeyine erişebileceğiz. Tabii ki toplum olarak bu fay yasasını anlayıp, özümseyip, doğru uygulanmasını sağlayabilirsek…Bu bağlamda, kulağımıza küpe olması gereken önemli bir konu var. Nasıl ki tanımadığımız bir insan ile sağlıklı bir şeklide birlikte yaşayamıyorsak, bizden çok önceleri yerkabuğunda varolan diri fayları da tanımadan onlarla birlikte yaşama şansına sahip olamayız. Kısacası, Fay adını verdiğimiz deprem tehlike kaynağını, felaket başa gelmeden evvel tanımak, riski azaltmanın ilk şartıdır...