SÜREYYA SEDAT-ÖZEL HABER/Yosi Mizrahi, 1 Ekim 1971 doğumlu Yahudi kökenli, Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu. Oyunculuk hayatının ilk adımlarını lise dönemlerinde “Zorba” oyunuyla amatör olarak ve daha sonra Dormen Tiyatrosu’nda profesyonel olarak “Şarkılar Susarsa” oyunu ile başladı. Mesleğinin ilerleyen yıllarında ve hala da televizyon programlarında sunuculuk, dizi ve filmlerde ayrıca tiyatro oyunlarında da rol almaya devam ediyor. Şuana kadar 30’u aşkın projede yer alan ve hala da mesleğine devam eden Mizrahi tiyatronun uzun, zorlu bir serüven olduğunu ve bu işe yeni başlamış veya başlayacak olanlara bu işi gerçekten sevmeleri ve başlama nedenlerinin kendilerini tatmin etmesi gerektiğini vurguluyor.
Tiyatronun ülkemizdeki mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle geçmiştekine göre nasıl değerlendirirsiniz?
Tiyatronun şu andaki durumu fena değil. Eskiden bizim ustalarımızın zamanında, benim hocam Haldun Dormen, Haldun Hoca yılbaşı geceleri bile oyun oynadıklarını söylerlerdi. Son zamanlarda bir düşüş vardı, kimse tiyatroya gitmiyordu ama son 7-8 senedir tiyatroya karşı ilgi alaka var. Ta ki pandemi başlayıncaya kadar. Bütün salonlar, oyunlar doluyordu. İyi oyunlar da vardı tabi ki. Yani şuanki dönem fena değil, çok çok iyi olmasa da iyiye yakın, ülkemizde.
Toplumumuzda tiyatroya karşı önyargı olduğunu düşünüyor musunuz?
Biraz şehirden şehre, bölgeden bölgeye göre değişiyor bu iş bence. Ankara tiyatro oyuncuları ve oyunları için özel bir şehirdir. Çünkü, memur şehri olduğu için çok fazla tiyatroya giderler. İzmir keza daha çok gülmek için tiyatroya gider, İstanbul’da öyledir. Biraz daha Anadolu’ya kaydıkça eğer televizyondan tanınmış popüler birileri varsa onları canlı görebilmek için tiyatroya giderler. Dolayısıyla şehirden şehre, bölgeden bölgeye göre tiyatroya karşı önyargı duruşu değişiyor. Bütün ülkeyi kapsayamaz.
Size göre genç kesimin tiyatroya karşı tutumu nasıl?
Genç kesim, tiyatroya karşı ilgili, alakalılar. İşin gerçeğini söylemek gerekirse televizyonlarda artık izlenecek pek bir şey kalmadı, onlar da artık biraz sosyalleşmek istedikleri için bunu da tiyatroyla yapıyorlar. Çok fazla genç benim oyunlarıma geliyor, bundan mutluluk duyuyorum tabi ki. Bir de tabi ki bu yeni ‘Z kuşağı’ ile alakalı hiç tiyatroyla ilgilenmiyorlar. Z kuşağına henüz genç diyemiyorum, onlar hala çocuk. Genç tayfa, biraz daha üniversiteye başlamış tayfa, tiyatroya ilgisi, alakası olan genç kitle var.
Ülkede kültürel bir yozlaşma olduğunu düşünüyor musunuz?
Kültürel yozlaşmanın ötesinde bu ülkenin hükümetlerinin hiçbir zaman kültür politikasının olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla böyle bir politika olmadığı için ister istemez biraz başı boş bırakılmış durumda ve maalesef ki zaman zaman da kötü örnekler çıkıyor. O kötü örnekleri seyreden seyirci, ister istemez tiyatrodan, sanattan biraz uzaklaşıyor. Onun için biz sahneye çıkan insanlar olarak bizim görevimiz çok iyi işler yapmak. Çünkü kötü iş yaptığınız zaman seyirciyi küstürüyorsunuz ve küsen seyirci de tekrar uzun bir dönem tiyatrodan uzaklaşıyor, seyirci adedine ulaşılamıyor. Böyle bir yozlaşma durumu var tabi ki.
Kimliğinizden dolayı önyargılara maruz kaldınız mı?
Birebir yüzüme karşı dini kimliğimle ilgili tepkiye kaldığım bir şey yok. ‘Biz seninle çalışmak istiyoruz ama sen Yahudi olduğun için seninle çalışamıyoruz’ gibi bir şeyle karşılaşmadım. Tabi ki içten içe alttan alta böyle bir şey vardır ama bunu benim görmem zor herhalde, bilmiyorum. Ben hiçbir zaman Yahudiliğimi saklamadım, bunu her zaman açık yüreklilikle dile getirdim. Bir tepkiye maruz kaldığımı düşünmüyorum, maruz kalsaydım Atatürk’ü oynayamazdım, oynatmazlardı.
Sizi en çok heyecanlandıran proje hangisi oldu?
Çok heyecanlandıran, severek yaptığım işler var, 4 sene kapalı gişe oynadığımız “Üçüncü Türden Yakın İlişkiler” oyunumuz var, o beni çok heyecanlandırmıştı. Nasıl olacak, nasıl yapacağız diye. İstanbul’da ilk başrolümü oynadığım “Seher Vakti” tiyatrosu da beni çok heyecanlandırmıştı. Çünkü ilk defa hocamın kanatları altından çıkarak kendi başıma uçmaya çalıştığım bir işti o. O yüzden fazla heyecanlı bir işti. Her iş kendi içinde bir heyecan barındırıyor ama hepsi hayatımızda iyi anılar bırakmıyor tabi ki.
Oynayamayıp içinizde ukde kalan bir proje oldu mu?
Bazen izlediğim bazı işlerde içten içe ‘benim de bu işin içinde olmam lazım’ dediğim kıskançlık anları oluyor. Fakat bu kötü bir kıskançlık değil, sadece sahnede çok lezzetli bir şey seyrediyorsam ‘ya ben de bu işin içinde olsaydım, ben de bu ekiple eğlenseydim’ diye düşünüyorum. İsim isim ‘keşke oynasaydım’ diye söyleyemem. Mesela müzikal seyretmeyi çok severim ama hiçbir zaman bir müzikalde oynayamayacağım çünkü sesim iyi değil. Müzikal seyrettiğimde içim burkulur.
Tiyatroyla ilgilenmek isteyen gençler için ne tavsiye edersiniz, nasıl bir yol izlemeliler?
Oyunculuk uzun ve zorlu bir maraton, kısa yoldan şöhret olmak için seçilecek doğru bir yol değil. Bugün artık kısa yoldan şöhret olmanın yolları daha kolay, daha kısa. Oyunculuk bunun için biraz meşakkatli bir iş. Oyunculuk isteyen gençlerin çok çalışmaları, kendilerini çok geliştirmeleri gerekiyor. Tırnakları çıkıncaya kadar tırmalamaya devam etmek zorundalar, bu işte yorulmak, yarı yoldan dönmek yok; bu işte çok çalışmak, çok okumak, çok disipline olmak var. Ben hep onu söylerim. oyuncu olmak isteyen kişiler kendilerine ‘ben bu işi ne kadar yapmak istiyorum, niçin yapmak istiyorum’ sorularını kendilerine sormalılar ve kendi içlerinden verdikleri cevaplardan tatmin oluyorlarsa oyunculuk serüvenine çıkmalılar. Çünkü bu bir serüven, acısıyla, tatlısıyla, gülmesiyle, ağlamsıyla, eziyet çekmesiyle ve gün geldiğinde parasız kalmasıyla yaşanan bir serüven. Ama bu serüvenin içinde çok güzel anılar biriktirip nefis bir hayatları olabilir. Bu iş çok sevilerek yapılması gereken bir iş sadece yapmak için yapılacak bir iş değil.