Süreyya Sedat/Mersin’de doğan ve 6 yaşına kadar Mersin’de yaşayan Arıca Hilton, küçük yaşta ailesiyle beraber Amerika’ya taşındı. Hilton, Amerika’ya taşındığında yaşadıklarını, uyum sağlama sürecini ve sanat hayatındaki yolculuğunu anlattı. Hilton, sanatın kendisi için pek çok kapıyı açtığını belirterek, “İnsanların akıllarına koyduktan sonra istedikleri her şeyi yapabileceklerine inanıyorum. Önce inanmaları gerekiyor” dedi.
Türkiye’de doğdunuz ve 6 yaşına kadar Mersin’de büyüdünüz. Amerika’ya taşındığınızda nasıl bir süreçle karşılaştınız, neler yaşadınız?
Amerika’ya taşındığımda zor oldu. Çünkü bir kelime İngilizce konuşmuyordum. Okula kaydolduğumda 6 ay konuşmamışım ve öğretmenler annemi arayarak senin kızın konuşmuyor diyerek, okuldan göndereceklerdi. 6 ay sonra kendiliğimden konuşmaya başladım ve nasıl oldu hiç hatırlamıyorum. Üçüncü, dördüncü sınıfa geldiğimde de herkesten başarılıydım. İlk yerleştiğimiz zamanlarda beni yemekler zorlamıştı, alışmamıştım, Amerikan ekmeği ekmek sayılmaz, kimyasal bir koku vardı ve yiyemedim. Diğer çocuklar o kimyasal kokulu ekmekte fıstık ezmesi ve reçel getirirdi, annem bana beyaz peynir ve domatesle sandviç yapardı. Genel olarak ilk zamanlarda zordu. Çünkü çocuklar başka çocuklar gibi olmak ister ve herkes onları kabullenmesini ister. Bu beni zorlamıştı. Sanat yolculuğunuz nasıl başladı? Bir eğitim süreciniz oldu mu?10 yaşımdan beri sanatın yolundan ilerlemek istedim. Ressam, yazar, şair olmak istedim. Daha sonra avukat, mimar aslında aklıma ne gelirse onu öğrenmek, onu olmak istedim. Üniversiteye gittiğimde mimarlık okudum ama başka şeyleri daha çok sevdim o yüzden mimar olmadım, okulu bitirmedim. Resimle ilgili bir eğitim de almadım, o benim içimde vardı. Her zaman bir şeye baktığımda onu nasıl çizebileceğimi düşünürdüm.
25 yaşındayken bir galeride iş buldum ve 6 ay sonra kendi galerim oldu. Hiç sorma nasıl oldu, ilk başlarda biraz zordu ama kitap okumayı çok severdim, sanat tarihi ile ilgili her şeyi okudum. Üniversitede de sanat tarihi okudum. Sanat, benim için aşktan, sevgiden başladı. Kendi hayatımı tablo gibi çizmek istedim.
Ben insanların akıllarını koyduktan sonra istedikleri her şeyi yapabileceklerine inanıyorum. Önce inanmaları gerekiyor. İnandıktan sonra da amaçlarına giden yolda çalışmaları gerekiyor. Önemli olan ilk adımı atabilmek. Korkabilirler, ben de korkmuştum önemli olan korkuya teslim olmamak. Hayatta her imkân var ve sanat benim için bu kapıyı açtı.Tablolarınızda neyden ilham alıyorsunuz? Benim için renk çok önemli, o gün ne hissediyorsam o renklerle boyuyorum. Ben genelde çizmiyorum, boyuyorum. Benim resimlerim biraz ışıkla ilgili, ışığı çekmeye çalışıyorum. İçimizde bir ışık, enerji var ve resimlerimde bunu yansıtmaya çalışıyorum.
Ama her zaman yaptığım tabloları, tasarımları aşkla ilgili yaptım. Bu sadece birisine aşık olmak değil, ağaçlara, arkadaşlara, eşyalara aşık olarak yaptım ve yapıyorum. Çünkü bir şeyi sevgiyle yaptığın zaman başarılı olabilirsin. Ressam kimliğinizin yanı sıra şair bir kimliğinizde var. Edebiyatınıza ilginiz nasıl başladı? Neden şiire yöneldiniz?
Edebiyatın her türünü çok seviyorum. 10 yaşımdayken romanlar okurdum ve onlarda kendimi kaybederdim, onların içinde yaşardım. Şiir, uzun bir hikâyenin damıtılması gibi geliyor bana. Kocaman bir romanı, kısa bir şiirde anlatabilirsin. O yüzde şiiri çok seviyorum, müzik gibi.
Türkiye’deki sanatı ve sanatçıları nasıl buluyorsunuz?
Türk sanatçıları çok seviyorum ve onları da kendi galerimde görmek, göstermek istiyorum. Türkler sanatı, şiiri çok severler, çok yaratıcı insanlar. Benim doğduğum yerdeki sanatçıları yaşadığım çevremde tanıtmak istiyorum. Onlara yardım etmek istiyorum. Aslında onlar da bana yardım ediyor çünkü onlarla köklerimi bulabiliyorum.
Türkiye’de doğdum, Amerika’da büyüdüm ve Amerika’ya taşındıktan sonra benim Türk köklerim biraz kayboldu. Türkiye’ye geldiğimde Amerikalıyım, Amerika’da bir Türk’üm. O yüzden bir yere aitlik hissi yok ama şimdilerde Türkiye’ye geldiğimde yavaş yavaş kendime geliyorum, kim olduğumu öğrenmeye çalışıyorum. Kaç yaşında olduğumuz fark etmez çünkü, insanlar hep bir arayış içerisinde.
Türkiye’de doğdunuz ve 6 yaşına kadar Mersin’de büyüdünüz. Amerika’ya taşındığınızda nasıl bir süreçle karşılaştınız, neler yaşadınız?
Amerika’ya taşındığımda zor oldu. Çünkü bir kelime İngilizce konuşmuyordum. Okula kaydolduğumda 6 ay konuşmamışım ve öğretmenler annemi arayarak senin kızın konuşmuyor diyerek, okuldan göndereceklerdi. 6 ay sonra kendiliğimden konuşmaya başladım ve nasıl oldu hiç hatırlamıyorum. Üçüncü, dördüncü sınıfa geldiğimde de herkesten başarılıydım. İlk yerleştiğimiz zamanlarda beni yemekler zorlamıştı, alışmamıştım, Amerikan ekmeği ekmek sayılmaz, kimyasal bir koku vardı ve yiyemedim. Diğer çocuklar o kimyasal kokulu ekmekte fıstık ezmesi ve reçel getirirdi, annem bana beyaz peynir ve domatesle sandviç yapardı. Genel olarak ilk zamanlarda zordu. Çünkü çocuklar başka çocuklar gibi olmak ister ve herkes onları kabullenmesini ister. Bu beni zorlamıştı. Sanat yolculuğunuz nasıl başladı? Bir eğitim süreciniz oldu mu?10 yaşımdan beri sanatın yolundan ilerlemek istedim. Ressam, yazar, şair olmak istedim. Daha sonra avukat, mimar aslında aklıma ne gelirse onu öğrenmek, onu olmak istedim. Üniversiteye gittiğimde mimarlık okudum ama başka şeyleri daha çok sevdim o yüzden mimar olmadım, okulu bitirmedim. Resimle ilgili bir eğitim de almadım, o benim içimde vardı. Her zaman bir şeye baktığımda onu nasıl çizebileceğimi düşünürdüm.
25 yaşındayken bir galeride iş buldum ve 6 ay sonra kendi galerim oldu. Hiç sorma nasıl oldu, ilk başlarda biraz zordu ama kitap okumayı çok severdim, sanat tarihi ile ilgili her şeyi okudum. Üniversitede de sanat tarihi okudum. Sanat, benim için aşktan, sevgiden başladı. Kendi hayatımı tablo gibi çizmek istedim.
Ben insanların akıllarını koyduktan sonra istedikleri her şeyi yapabileceklerine inanıyorum. Önce inanmaları gerekiyor. İnandıktan sonra da amaçlarına giden yolda çalışmaları gerekiyor. Önemli olan ilk adımı atabilmek. Korkabilirler, ben de korkmuştum önemli olan korkuya teslim olmamak. Hayatta her imkân var ve sanat benim için bu kapıyı açtı.Tablolarınızda neyden ilham alıyorsunuz? Benim için renk çok önemli, o gün ne hissediyorsam o renklerle boyuyorum. Ben genelde çizmiyorum, boyuyorum. Benim resimlerim biraz ışıkla ilgili, ışığı çekmeye çalışıyorum. İçimizde bir ışık, enerji var ve resimlerimde bunu yansıtmaya çalışıyorum.
Ama her zaman yaptığım tabloları, tasarımları aşkla ilgili yaptım. Bu sadece birisine aşık olmak değil, ağaçlara, arkadaşlara, eşyalara aşık olarak yaptım ve yapıyorum. Çünkü bir şeyi sevgiyle yaptığın zaman başarılı olabilirsin. Ressam kimliğinizin yanı sıra şair bir kimliğinizde var. Edebiyatınıza ilginiz nasıl başladı? Neden şiire yöneldiniz?
Edebiyatın her türünü çok seviyorum. 10 yaşımdayken romanlar okurdum ve onlarda kendimi kaybederdim, onların içinde yaşardım. Şiir, uzun bir hikâyenin damıtılması gibi geliyor bana. Kocaman bir romanı, kısa bir şiirde anlatabilirsin. O yüzde şiiri çok seviyorum, müzik gibi.
Türkiye’deki sanatı ve sanatçıları nasıl buluyorsunuz?
Türk sanatçıları çok seviyorum ve onları da kendi galerimde görmek, göstermek istiyorum. Türkler sanatı, şiiri çok severler, çok yaratıcı insanlar. Benim doğduğum yerdeki sanatçıları yaşadığım çevremde tanıtmak istiyorum. Onlara yardım etmek istiyorum. Aslında onlar da bana yardım ediyor çünkü onlarla köklerimi bulabiliyorum.
Türkiye’de doğdum, Amerika’da büyüdüm ve Amerika’ya taşındıktan sonra benim Türk köklerim biraz kayboldu. Türkiye’ye geldiğimde Amerikalıyım, Amerika’da bir Türk’üm. O yüzden bir yere aitlik hissi yok ama şimdilerde Türkiye’ye geldiğimde yavaş yavaş kendime geliyorum, kim olduğumu öğrenmeye çalışıyorum. Kaç yaşında olduğumuz fark etmez çünkü, insanlar hep bir arayış içerisinde.